-
İyi Şeyleri Hatırlayamıyorum ve Neden Hep Aynı Şeyleri Yaşıyorum ?
Bugün bu iki güzel soruyu sorarak yazmamı teşvik eden danışanıma teşekkür ediyorum. Bir çoğumuz için geçerli sorular...
Belki siz de kendinize bu soruları sordunuz. Belki de gece yarısı karanlıkta, içinizde bir şeylerin yanlış olduğunu hissederek: "Neden mutlu anlarım bu kadar silik? Neden acılarım bu kadar canlı?" Ya da sabah aynaya bakarken: "Yine mi, yine aynı ilişki, aynı hayal kırıklığı, aynı düş kırıklığı..."
Bu iki soru aslında birbirinden hiç uzak olmayan, aynı yolun yolcularıdır.
Biraz daha eskiye dönelim... Atalarımız tarih boyunca yaşadı ve hayatta kalmayı başardı. O zamandan bu zamana beynimizin kendini geliştirdiği en önemli nokta hayatta kalmak oldu. Peki, hayatta kalmanın en kilit noktası nedir? Evet, tabii ki tehlikeleri asla unutmama.
Bu yüzden sevgilinizin sizi prenses/prens gibi hissettirdiği anları kolayca unutabilirsiniz, ailenizle veya arkadaşlarınızla geçirdiğiniz güzel anlar sürekli zihninizden geçmez. Fakat partnerinizin, ailenizin ya da arkadaşlarınızın sizi üzdüğü, kırdığı bir olay içinizde açık kalan kanayan bir yara gibi taşımaya devam edersiniz. Bu yüzden güzel bir tatili hatırlamak için zorlanırsınız ama o utanç anını, o reddedilme anını dün yaşamış gibi hatırlarsınız.
Negatiflik yanlılığı dediğimiz bu durum yıllar, belki çağlar önce atalarımızı hayatta tuttu. Çünkü tehlikenin olduğu yeri unutmak ölüm demekti, bu yüzden arka planda sürekli tekrar etti. Bir örnek üzerinden açıklamak gerekirse; eski çağda bir insan vahşi hayvanların bölgesini hatırlamak zorundaydı, oraya girerse girmenin bedelini canıyla ödeyebilirdi...
Şimdi burada belki vahşi hayvanlardan kaçmıyoruz artık ama beynimiz hâlâ alarm modunda. Şekiller değişti fakat yarattığı etki aynı. Vahşi hayvanların yerini reddedilme korkusu, başarısızlık korkusu, yalnız kalma korkusu, değersiz olma korkusu aldı ve beyniniz bu yeni vahşi hayvanları da asla unutmamak için kodluyor, tekrar ediyor, rüyalarınıza sokup sizi uyarıyor.
Bir diğer durum ise;
Kronik stres, travma ya da depresyon yaşadığınızda beyniniz normal çalışma modundan çıkar. Artık sadece tehlikeleri aramakla kalmaz, her yerde tehlike görmeye başlar. Pozitif bilgiyi işleme kapasitesi düşer. İyi şeyler oluyor olabilir, bir arkadaşınız sizinle ilgileniyor, bir başarınız var, güzel bir an yaşıyorsunuz ama beyniniz bunu kaydetmiyor. Sanki duyularınızın önüne perde çekilmiş gibi.
Ve daha kötüsü, aynı olumsuz düşünceler üzerinde tekrar tekrar düşündükçe "ruminasyon" (kişinin geçmişte yaşadığı olayları veya olumsuz düşünceleri sürekli olarak zihninde döndürmesi) dediğimiz bu durum, o nöral yollar daha da derinleşir. Beyninizde adeta bir kanal açılır ve her düşünce otomatik olarak o kanala akar. Pozitif anılar ise o kanaldan geçemez, söner, kaybolur.
Şimdi ikinci soruya gelelim.
Çocukluğunuzda hayatta kalabilmek için belli yöntemler öğrendiniz. Belki ebeveynleriniz duygusal olarak uzaktı ve siz onların sevgisini kazanmak için mükemmel olmayı öğrendiniz. Belki ihmal edildik ve dikkat çekmek için sorun çıkarmayı öğrendiniz. Belki şiddet gördünüz ve sessiz kalmayı, görünmez olmayı öğrendiniz. Ya da belki hep başkalarının ihtiyaçları önce geldi ve siz kendi ihtiyaçlarınızı görmezden gelmeyi öğrendiniz.
Bu stratejiler o zaman işe yaradı. Sizi korudu, ayakta tuttu, sevgi kırıntıları toplamanızı, bağlantıda kalmanızı sağladı. Ama şimdi yetişkin hayatınızda aynı şablonları bilinçsizce tekrar ediyorsunuz.
"Bilinçaltınız bildiği acıyı bilmediği mutluluğa tercih ediyor."
"İnsanın bildiği cehennem bilmediği cennetten daha güvenlidir."
Neredeyse tüm seminerlerimde kullandığım bu iki söz durumu özetler aslında. Şimdi düşünün; çocukken duygusal olarak erişilemeyen bir ebeveynle büyüdüyseniz yetişkin ilişkilerinizde de duygusal olarak uzak insanlara çekiliyorsunuz. Neden? Çünkü bu tanıdık. Çünkü beyniniz şunu söylüyor: "Bu sefer farklı olacak. Bu sefer o kişiyi değiştirebilirim, sevgisini kazanabilirim." Ama asla kazanamıyorsunuz. Çünkü o kişi o ebeveyn değil.
Bu, travma tekrarı dediğimiz bir mekanizma. Çözülmemiş bir yaraya tekrar tekrar dokunuyorsunuz, bu sefer iyileşeceğini umarak. Ama yara iyileşmiyor, sadece derinleşiyor.
Ve bir de bu var: Eğer içinizde "Ben hep terk ediliyorum" inancı varsa iki şey yaparsınız.
Birincisi, zaten sizi terk edecek insanları seçersiniz. O kişideki tüm uyarı işaretlerini görmezden gelirsiniz çünkü bilinçaltınız zaten biliyor: "Bu beni terk edecek." Ve bilinir acı bilinmez mutluluktan daha güvenli gelir.
İkincisi, ilişkide öyle davranırsınız ki sonunda o kişi gerçekten sizi terk eder. Aşırı bağımlı olursunuz ya da tam tersi, duvarlar örersiniz. Test edersiniz: "Gerçekten seviyor mu beni?" Kovalarsınız, sonra kaçarsınız. Ve eninde sonunda beklediğiniz gerçekleşir. Ve siz içinizden şöyle dersiniz: "Bak, biliyordum. Herkes gider eninde sonunda."
Beklentiniz gerçekliğinizi yaratır.
Son olarak sevdiğim bir sözle yazımı tamamlamak istiyorum:
"Eğer sürekli aynı şeyleri yaşıyorsan orada çıkarman gereken bir ders vardır ve sen o dersi alana kadar o sınav devam edecektir."
Mehmet Yılmaz -
Oyun Aracılığıyla Ebeveyn Çocuk Bağını Güçlendirmek : Filial Terapi
Eğer çocukluğunuza geri dönebilseydiniz ve elinize bir ayna verselerdi, yetişkin haliniz bugün en çok hangi anları hatırlamak isterdi?
Annenizin markete gittiğinizde size bir değil dört tane çikolata almasını mı?
Babanızın her hafta sonu sizi alışveriş merkezine götürüp çeşit çeşit oyuncak almasını mı?
Yoksa ebeveynlerinizin yalnızca yarım saat bile olsa tüm dikkatini size vererek sizinle oyun oynamasını mı?
Çocukların çikolata ya da oyuncak istemesi bir istektir, ancak oyun oynamak onların en temel ihtiyacıdır.
Bir çocuk, konuşmayı ya da yürümeyi öğrenmeden önce bile oyun oynamayı deneyimler. Oyun, onun için hem bir keşif hem de bir ifade biçimidir. Peki siz, bir ebeveyn olarak çocuğunuzla oyun oynamayı ne kadar ve nasıl deneyimliyorsunuz?
2021 yılında yapılan bir araştırma, ebeveynlerin çocuklarıyla oyun oynamama nedenleri arasında şunları sıralamıştır:
· Çalışıyor olmak veya zaman ayıramamak
· Oyun oynamaya isteksizlik ya da oyun bilmiyor olma
· Çocuğun yaşını gerekçe gösterme
· Toplumsal ve kültürel baskılar (mahalle baskısı, başkalarının ne düşüneceği)
· Kalabalık aile yapısı
Belki siz de benzer nedenlerle çocuğunuzla oyun oynamakta zorlanıyorsunuz. Ancak tüm bu sebeplere rağmen oyun oynamalısınız. Çünkü çocuklar, yaşamlarındaki en önemli kişilerle — yani anne ve babalarıyla — oynamaya, paylaşmaya ve kendilerini ifade etmeye derin bir ihtiyaç duyarlar.
Freud’a göre oyun, çocuğun farkında olmadığı içgüdü ve duygularını yansıttığı bir deneyimdir. Çocukların kelime dağarcığı sınırlı olduğundan, yaşadığı duyguları çoğu zaman oyun yoluyla ifade eder. Çocuk Merkezli Oyun Terapisi ekolünün kurucularından Gary Landreth’in de dediği gibi:
“Oyun çocuğun dili, oyuncaklar ise kelimeleridir.”
Peki ebeveynler olarak siz bu dili öğrenebilir misiniz? Evet...
Sizde filial terapi tekniği ile oyun terapisi becerilerini öğrenerek çocuğunuzla kendi evinizde özel oyun seansları yapabilirsiniz.
Filial terapi, haftada bir 30 dakikalık özel oyun vakitleriyle ebeveyn ve çocuk arasındaki bağı güçlendirmeye yardımcı olan, 10 oturumluk özel bir ebeveyn eğitim programıdır.
Bu program sayesinde ebeveynler;
· Ebeveyn-çocuk ilişkisini güçlendiren, yargılayıcı olmayan ve kabul edici bir ortam yaratmayı,
· Çocuklarının duygularına empatik biçimde tepki vermeyi,
· Çocuklarının özsaygısını geliştirmeyi,
· Kendini kontrol etmeyi ve sorumluluk almayı desteklemeyi öğrenirler.
“Peki, filial terapi çocuğuma nasıl yardımcı olacak?” diye merak ediyorsanız…
Bu özel oyun vakitlerinde çocuğunuzla farklı bir tür ilişki kuracaksınız.
Çocuğunuz, olduğu haliyle değerli, becerikli, önemli, anlaşılan ve kabul edilen biri olduğunu fark edecek.
Sorunlarına odaklanmaktan çok çocuğunuza odaklanmayı öğrendiğinizde, çocuğunuzun davranışlarında da gözle görülür değişiklikler ortaya çıkacak. Çünkü bir çocuğun kendisiyle ilgili nasıl hissettiği, davranışlarının temel belirleyicisidir.
Ben de seanslarımda, ebeveynlerin bu farkındalığı kazandıklarında çocuklarıyla ilişkilerinin nasıl dönüştüğüne sık sık tanık oluyorum. Oyun, bir çocuğun dünyasına açılan en özel kapıdır. Bu kapıdan birlikte geçtiğiniz de, hem çocuğunuzla bağınızı güçlendirir hem de onun iç dünyasını daha yakından tanıma fırsatı bulursunuz.
Psikolog Yağmur Kaplan
-
Kendi Kozanı Kendin Örme Cesareti: Tırtıldan Kelebeğe Değişim İsteği, Dönüşümün Sancıları
İnsan doğası gereği içinde bir sürü eğilim vardır. Tarihte yüzyıllar boyu insan ve doğası araştırmalara konu olmuştur. Psikolojide de insan doğası olumludur veya olumsuzdur gibi söylemler alanın öncüleri tarafından dile getirilmiştir. Günümüzde ise insan doğasındaki eğilimlerin hem olumlu hem de olumsuz olabileceği gibi bir yaklaşım daha hakimdir. Ben de terapist olarak bu yaklaşımı tercih ediyorum. Fakat terapist rolümle birlikte bir insan olarak kendime sorduğum şu soruyu sizlere de sormak isterim. Bir şeyi olumlu ya da olumsuz yapan nedir? Çünkü bir şeyi değerlendirmek için koşullara, kültüre, zamana göre gibi çeşitli yönlerden bakmak daha iyi bir değerlendirme için iyi olacaktır. İnsanın içindeki eğilimleri de bu şekilde çok yönlü ele almak insan olmanın muazzamlığı ve zorluğu arasında insanın en nadide eğilimi ve çabasına; insan olmaya, alan açacaktır diye düşünüyorum.
Bu yazıda ise içimizdeki eğilimlerden bir tanesi olan değişim isteğine sizlerle beraber bakalım istiyorum. Değişim olumlu mu olumsuz mudur? Ne zaman olumludur? Ne zaman olumsuzdur? Ya da başka bir açıdan olumlu veya olumsuz yönleri nelerdir? Gibi sorulara ise bu yazıyı okuduktan sonra tekrar bakmanızı rica edeceğim. Ve yazı boyunca bir sürü soru ile karşılaşabilirsiniz. Çünkü değişim ne demek zaten hepimiz biliyoruz ya da kolayca anlamına ulaşabiliyoruz. O sebeple yazımda biraz daha içimizdeki sesleri, hayatımızdaki değişimleri anlayabileceğimiz ve cevaplarımızı kendi hayatımıza katabileceğimiz sorular olsun istedim. Özellikle bir konu belirtmeyeceğim. Çünkü değişim aslında hayatımızın her alanında farklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Fakat yazıyı okurken hayatınızda özellikle değişmesini istediğiniz alanları düşünebilirsiniz. Örneğin yeni bir işe başlamak, kaygılandığımız durumları aşmak, daha iyi bir iletişim kurmak gibi.
Tırtıl olmak; değişim öncesi hal olsun. Değişim öncesi halihazırda insanın mevcut bir durumu vardır. Bu halde iken insanın şimdiye kadar edindiği beceriler, değerleri, kültürel yaşantısı, hayat tarzı, sahip olduğu imkanlar, arkadaşlıkları, ailesi ile ilişkileri gibi bir sürü hayatla teması vardır. İnsan bazen değişim isteğiyle yanıp tutuşurken halihazırdaki temaslarını ve sahip olduklarını göremeyebilir. O zaman şu sorulara hep beraber bakalım.
Tırtıl iken hayatınızda neler yolunda gidiyor?
Neler yolunda gitmiyor?
Değişimi isteme sebebin nedir?
Değişim sonrası tırtılken sahip olabileceğin ve değişim sonrası kaybedeceğin şeyler var mı? Bunları kaybetmek istiyor musun?
Değişim için şartların ve olanakların da seni destekleyen bir yerde mi?
Bu değişime karar verdiysen değişim sürecinde önceki halinizden size katkısı olacak nelere sahipsiniz ve bu katkılar neler?
Kozayı örmek; değişim için karar verilmiş ve eyleme geçilmiştir. Değişim için belli planlar yapılmış olabilir. Değişime katkı sağlayacak adımlar atılmış olabilir. Aslında bunlarla birlikte en büyük adım da değişimin getireceği sancılar kabul edilmiştir. Çünkü her değişim beraberinde bazı kayıplar getirir. Kayıplar göze alınmıştır.
Değişim için eyleme geçmene hizmet eden ittirici güç nedir?
Değişim için eyleme geçmişken, ipleri örerken hangi duygular sana eşlik ediyor?
Değişimi düşünmek ve eyleme geçmek arasında büyük bir fark vardır. Bu farkı hissettiğin zamanlar var mı? Varsa en çok hangi açıdan hissediyorsun?
Kozada kalmak; değişimin etkilerinin yoğun olarak yaşandığı aşamadır. Işıklı bir ortamdan karanlık bir ortama girilmiştir. Alışık olunan düzen bırakılmıştır. Bir de kozayı örmek kendi elimizle yaptığımız bir aşama olsa da kozanın içinde kalınan süreçte olanlar kişinin etkisi ile olmaz. Ayrıca ne kadar bu sürece gönüllü bir adım atılmış olsa da karanlıkta kalmak ve kalırken olanlar o kadar da kolay olmaz. Bu sebeple zorlanmak normaldir. Bazen neden bu kozayı ördüm ki şimdi derken bulabilirsiniz kendinizi.
Kozada kalmak sizin için neler ifade ediyor?
Kozada kalırken sürecinize hangi duygular eşlik ediyor?
Kozada kalmanın sizi zorladığı zamanlarda kalmaya devam etmek için hangi değerleriniz, istekleriniz size eşlik ediyor?
Kozadan çıkma vakti; değişimin tamamlandığı vakit. Değişim süreci tamamlanmıştır. İstenilen hale kavuşulmuştur. Değişimden önceki hale göre farklı bir hal deneyimleniyordur. Değişim isteği ile birlikte olan bir değişim olduğu için farklılık tamamen yabancı hissettirmemekle birlikte uzun süredir deneyimlenenden farklıdır. Bilinen, tanıdık olan yerine yeni bir hal vardır.
Bu yeni hal istediğiniz veya değişimin sonucunu hayal ettiğiniz şekilde mi?
Tırtıl yürür, uçmak için kelebek olmak istediniz diyelim. Kelebek uçmak için kanat çırpmalı. Sizin de aktif olarak ne yapmanız gerek. Değişim olduktan sonra yine de aktif çaba göstermeniz gereken şeyler var mı?
Değişimle ilgili sizi en çok heyecanlandıran neler?
Değişimle birlikte kaybettiğinizi düşündüğünüz ama farklı bir şekilde hala sizinle olan şeyler var mı? Örneğin yeni bir yere taşınınca eski dostlarla görüşememek ama online bir şekilde bağı korumak.
Değişimin getirdiği zorluklar neler?
Değişimle birlikte hayatınıza yeni katılan güzellikler neler?
Şu an bu yazıyı okurken hayatınızda değişim istediğiniz bir nokta var mı bilmiyorum. Eğer yoksa umarım bu olan halden memnun olduğunuz içindir. Terapist koltuğu mesleki bir koltuk, insan koltuğu ise daimî eğer değişim ile ilgili herhangi bir aşamada iseniz bende ikinci koltuktan bildiriyorum ki değişim gerçekten zorlayıcı yanları olan bir serüven. Ve bu zorlukları bile bile kendi kozanızı örmeye niyetlendiyseniz çok cesur olduğunuzu söylemeden edemeyeceğim. Zorlandığınız anlarda ne kadar cesur olduğunuzu kendinize hatırlatın. Umarım süreç sizin için en güzel şekilde ilerler ve yukarıdaki sorular sürecinize bir nebze olsun eşlik eder.
Psikolojik Danışman Duygu Akyüz -
Derin Nefes Alma Teknikleri
Stresli anlarda derin nefes almak, vücudunuzun rahatlamasına ve zihninizin sakinleşmesine yardımcı olabilir. Derin nefes almak, kalp atış hızını yavaşlatır ve kan basıncını düşürür. İşte basit bir nefes alma tekniği:
Rahat bir pozisyonda oturun veya uzanın.
Burnunuzdan derin bir nefes alın, karnınızın havayla dolduğunu hissedin.
Nefesinizi birkaç saniye tutun.
Ağzınızdan yavaşça nefes verin. Bu işlemi birkaç kez tekrarlayarak anında rahatlama sağlayabilirsiniz.